Yunan mitolojisine göre, kekik bitkisi (OREGANO) tanrıça Afrodit tarafından yaratılmıştır. OREGANO kelimesinin, “dağ” ve “mutluluk” anlamına gelen; “OROS” ve “GANOS” kökünden geldiği düşünülmektedir. Afrodit’in bu mucizevi bitkiyi OLİMPOS dağının tepesindeki bahçesinde yetiştirdiği ve o günden günümüze Akdeniz Bölgesi’ne yayıldığı varsayılmıştır. Antik dönemde evlenen çiftlerin başına kekik bitkisinden yapılan çelenk takılmasıyla mutluluklarının sonsuz olacağına inanılıyordu.
Antik dönemde birçok ritüelde yer almasının yanı sıra yüzyıllar boyunca kekik, zararlı bakteri ve mantarları yok edici özelliğinden ötürü tedavi amacıyla da yaygın olarak kullanılmıştır. Bilinen ilk doktor HİPOKRAT, kekik bitkisini mide ve solunum yolu rahatsızlıklarının giderilmesinde önermiştir. “Yemeğiniz ilcanız, ilacınız yemeğiniz olsun” diyen HİPOKRAT, kekik yağını deride meydana gelen enfeksiyonların tedavisinde de kullanmıştır.
Kekik ile ilgili bu tarihsel bilgilerden kısaca söz ettikten sonra gelelim “şair burada ne demek istemiş?” kısmına.
Dünya geneline yayılan COVID-19 salgınının Türkiye’de tespit edilen ilk vakası Sağlık Bakanlığı tarafından 11 Mart 2020 günü açıklandı. Ülkedeki virüse bağlı ilk ölüm ise 15 Mart 2020’de gerçekleşti. Herkes korku ve panik içinde gözümüz kulağımız televizyonlarda konuşan bilim insanlarında pür dikkat dinlemeye başladık. “Kim?” “Ne diyor?” “Nasıl kurtuluruz?” sorularından çok “Nasıl yakalanmayız?” düşüncesinin daha baskın olduğu günleri hiç kimse unutmamıştır diye düşünüyorum.
İşte tam da o zamanlarda, medya dünyasından sevdiğim saydığım bir ağabeyim beni aradı ve dedi ki “Sizde var mı virüse yakalanan?” O gün için yoktu elbette ama dünyayı kasıp kavuran bir korku ve yakalanma endişesiyle birlikte yok dedim. Olmayacak anlamına da gelmiyor her an yakalanabiliriz diyordum ki, telefondaki o değerli insan “Bak çok seveceğin bir iş var, gelip alayım seni.” dedi endişeyle karışık “Tamam” dedim. (Çünkü o dönem insan içine çıkmak, birileriyle görüşmek buluşmak demek risk demekti!).
Buluştuk ve yola koyulduk. Ağva’da bir otele doğru yol alırken anlatmaya başladı tanıtım filmini çekeceğimiz ürünü. Otele vardığımızda ürün hakkında epeyce bilgi sahibi olmuştum fakat kafamda henüz her şey tam oturmamıştı.
Kekik yağı, bu virüse karşı nasıl bir önlem olabilirdi ki?
Tam da bu soruya cevap ararken, ürünü geliştiren kişilerle derin bir sohbetin içinde buldum kendimi. Ürünü geliştiren kişiler derken öyle merdiven altı üretimle tek derdi satış yapmak olan ve gözlerinde dolar işareti olan insanlar olmamaları daha da bir güven vermişti bana. Sohbet sırasında benim konuya daha da iyi hakim olmam için tüm detaylarıyla ürünler hakkında bana bilgiler veriliyordu. Öyle ya sonuçta ne kadar iyi anlarsam o kadar iyi tanıtacaktım ürünü. Çünkü işin ucunda insanlığa bir fayda sağlama durumu vardı.
Sohbet sırasında esas sihirli cümle Dr. Müslüm Sağır’dan geldi. Televizyonlarda bazı yorumcuların “Havalar iyice soğuduğunda virüsün etkisini yitireceği” iddialarını çürüten bir yorumla hem de.
“Havalar soğuyunca vaka sayısı artacaktır! İlkbahar geldiğinde vaka sayıları azalacaktır” dedi ve devam etti.
Doğal felakete karşı, Doğanın gücünden faydalandık!
Bitkiler ve bitkilerden elde edilen bileşenler! Bugün sentetik ilaç olarak kullandığımız birçok molekülün illaki doğada bir benzeri bulunmaktadır. Carvacrol, birçok bitkinin uçucu yağında bulunabilir. Fakat bitkiler içinde en yüksek oranda Kekik bitkisinde bulunmaktadır. Kekik ise dünya genelinde anayurdu diyebileceğimiz yaşam alanı olarak Akdeniz bölgesini seçmiştir, yani Yunanistan ve Türkiye’de bulunmaktadır. Carvacrol’ün en saf ve kaliteli olan hali ise Burdur, Antalya, Denizli ve Isparta yörelerinde yetişmektedir. Peki bu bileşenler Covid ve benzer viral enfeksiyonlarda nasıl etki gösteriyor? Monoterpenoid’ler Terpenoid grubu bileşenler viral membranı Corona virüsün hücre çeperini parçalayarak onu inaktive ettiği bugün yapılan in vitro (Laboratuvar ortamı) deneylerle sabittir dediğinde konuya dair altın vuruşu yaparak, ben dahil oradaki herkesin gözü masanın üzerinde duran ürünlere yöneldi. Önce ben elimi uzatarak küçük bir kutuyu elime aldım içerisinden şişesini çıkardım. Bu bir damla idi. Nasıl kullanıldığını sordum. Bir su bardağına sıcak su dolduruyorsunuz ve birkaç damla Standardize Carvacrol içeren VACROL Damla damlatıyorsunuz dediler ve bunu hemen oracıkta yaptık tarifi mümkün olmayan güzel bir koku kapladı bulunduğumuz ortamı fakat bardağa eğilerek birkaç kez derin derin nefes alarak içime çekmem önerildi. Onu yaptıktan sonrası hissettiğim o ferah nefes alma duygusunu ise yazarak anlatmak pek mümkün değil.
Masanın üzerinde damlanın dışında VACROL, VACROL-M, OMEVA3, S-MIX VACROL PASTİL gibi birçok ürünler vardı sonrasında hepsinden kullandım.
Hâlâ evimde ve ofisimde her sabah sıcak su dolusu bir bardağa birkaç damla damlatarak doğanın mucizevi kokusuyla birlikte sağlığı da içime çekiyorum.
Şimdi bu yazıyı okurken, haklı olarak “Reklam mı yapıyorsun?” diye sorabilirsiniz. Hayır efendim, reklam yapmıyorum. O dönemden beri zaman zaman kullanıyorum ve de hiçbir şekilde o illete de yakalanmadım. Bunu deneyimlemiş biri olarak bu hikayeyi sizinle paylaşmak istedim.
Maharet iltifata tabidir. Birileri insanlık adına güzel bir şey yapmışsa bunu yaymak, anlatmak ve herkesin faydalanmasını sağlamak reklamdan çok insanlık görevidir. Bizler millet olarak sosyal dayanışmayı ve yardımlaşmayı seven bir yapıya sahibiz. Paylaşırız acılarımızı, dertlerimizi kederlerimizi ve sevinçlerimizi. İşte bu bilinçle bazı sorunlara karşı çözümleri de paylaşırız üstelikte hiçbir karşılık beklemeden.
Kış mevsimine girmeye hazırlandığımız şu günlerde yine dünyanın birçok yerinden viral solunum yolu enfeksiyonuna bağlı salgın haberleri duymaya başladık. Umarım o kabus günler tekrar geri gelmez!
Kalın sağlıcakla….
Atakan ALTUN